Yaşamdaki sınırlı zamanımız genelde bizi endişeye sokar. Aynı zamanda bu sınırlı zaman harekete geçmemiz için bir motivasyondur. Bir şeylerin bitebileceğinin bilgisini kurban bilincimizle bağdaştırmazsak genelde motive edicidir.
Yaşam bitmeden önce bir şeyleri keşfetmek, öğrenmek, deneyimlemek isteriz bu sayede. Birçoğumuz bir son olduğu bilgisi almasaydı hiç hareket
etmezdik, birçoğumuz da bu bilgiye rağmen atıl bir yaşam sürmeyi tercih ediyor.
Buradaki atıllığı açmak istiyorum, her gün sevmediği inanmadığı şeyleri yapmak, kabul edilmek için sosyalleşmek, toplumun ve ailenin bizden beklediği rolleri yerine getirmek, tüm enerjimizi sistemin sürmesi için harcamak, korkularımıza tabi bir yaşam sürmek, olduğumuzdan başka bir insan gibi davranmak, başkalarını kibirle eleştirmek, kendi davranışlarımıza kör olmak.
Yaratmak çok daha geniş bir kavram.
Yaptığımız işle, sohbetlerimizle, ilişkilerimizle, duygu ve düşüncelerimizle, neyi beslediğimizi fark etmemiz çok kıymetli.
Çoğumuz için eğer kötü davranışlarımız, düşüncelerimiz, duygularımız toplum tarafından görülmüyorsa sürdürülebilirdir. Eğer sosyal medya bizden habersiz bizi izleyen yalnız eylemlerimizi değil aynı zamanda, düşündüklerimizi, duygularımızı kaydedip yayınlayan bir kamera olsaydı popüler olmak oldukça zor olurdu. Aslında bunu sosyal
medya yapmıyor ama kolektif bilinç dediğimiz tam da bu kamera gibi çalışıyor. Yani her eylemimiz önemsediklerimiz tarafından görünse de görünmese de her duygu ve düşüncemiz bir başkasına söylense de söylenmese de kaydedilip yayınlanıyor. Ve biz de kolektife yüklediğimiz bilgiler nelerse onların titreşimiyle etkileşime girdiğimiz bir yaşam sürüyoruz.
Demek istediğim görünmediğini düşündüğümüz şeylere bir daha bakmamız, böylelikle yaşamdaki süre gelen deneyimlerimizi anlamamız kolaylaşacaktır.